Senelik gece gezmemize bu sene ancak mayıs sonu başlayabildik.
Karı-koca olarak sadece beraber, akşam bir yerlere gitmek bizim için ne
yazık ki lüks. Sorun para değil, bakıcı. Çocukları bırakabileceğimiz güvenilir
ve tanıdık birisine ihtiyacımız var. İşte böyle durumlarda Türkiye’dekilere
özeniyorum. Ellerindeki cevherin farkında olduklarını umuyorum.
Çocuklar büyüdü ama evde yalnız kalacak kadar büyümediler, bize göre. Büyük
kızımıza 2.anne rolünü vermeyi uygun bulmuyoruz. Eh biraz itiraf edelim, onları
akşam yalnız bırakmak da istemiyoruz. Eşimle biraz daha büyümemiz lazım
anlaşılan.
Akşam zamanı olan, eve yakın oturan, bebekli olmayan, rahatsız etmekten
çekinmeyeceğimiz, çocuklarımızın da sevdiği, tanıdık ve güvenilir kaç kişi
bulabiliyorsanız çevrenizde, bizim listemizde de o kadar kişi var. Ama sonunda
biri onayladı.
Sevgilimle çıkar gibi eşimden haftalar öncesi randevu aldığım akşam
bakıcıya da uyunca beni bir heyecan aldı. Elele, sadece ben ve eşim, şık bir
yere gidip öylesine havadan-sudan konuşup birbirimizin yüzüne uzun süre bakarak
birbirimize zaman ayıracağız. Bu, bana, gerçek olamayacak kadar güzel bir rüya
gibi geliyordu, çocuklarla ilk 5 sene.
Akşam çıkacağımız gün bakıcıya yemek-uyku-zaman direktiflerini verip hazırlanma
zamanı geldiğinde, bir süre elbise dolabının önünde durduğumu farkettim: ‘İyi
de, ben şimdi ne giyeceğim?’ Spor?(hep giyiyorum, özel birşey olsun),
şık?(düğüne gider gibi, olmaz), spor-şık? Topuklu ayakkabı?(mutlaka).
Benim bir yerlerde topuklu ayakkabılarımın da olduğunu hatırlamam için,
küçük kızımın artık puset kullanmamasının üzerinden epey bir süre geçmesi
gerekmişti. ‘Çocuk arabası iteklemiyorum dağ-bayır, biraz daha şık ayakkabılar
giyebilirim!’
‘Bu bej, sivri burunlu, hafif topuklu ayakkabıları mutlaka giymek
istiyorum.’ O zaman ayakkabıya göre kıyafet seçilecek. Aynadaki son görüntümden
memnun, dışarı çıktım. Hor kullanılmamış, senelerce rahatlığına dikkat edilmiş,
hala bebek cildine sahip ayaklarım; topuklu ayakkabının kaba derisine kolay alışamadı.
Daha istasyona gelmeden derisi yüzülmüş ve ağrıyan parmaklara sahiptim. Olsun,
eşimle randevum var benim, çekilin yoldan! Üstüne üstlük 2 normal doğum yaptım,
bu ağrı mı durduracak beni, hah!
Derdini, o dertten muzdarip birisine anlatacaksın. Eşim daha ayakkabılarımı
görür görmez:
’Bunlar yeni değil mi? Emin misin tüm akşam yeni ayakkabılarla yürümeye?
Ben yeni ayakkabıyla şu köprüye kadar yürümüştüm, hemen yara olmuştu hatırlıyor
musun?’
‘Çok yürümeyeceğiz canım, gideceğimiz yerler birbirine çok yakın.’ dediysem
de; bir erkek olarak bunu nasıl düşünebildiğine hayret etmedim değil. ‘Bütün
gün topukluların üzerinde dünyaya bakan kadınlar nasıl yapıyor acaba? Ayağım
hakikaten feci ağrıyor.’
Daha kaç saat şık, bakımlı ve deri yüzücü deri-topuklu ayakkabılarımla,
yaşayan şehirde dolaştım bilemiyorum.
Zaman durmuştu çünkü...
Eşimle elele tutuşup güzel gözlerine, kısacık saçlarına, beni pür dikkat
dinleyen tarzına çaktırmadan baktım.
Çocuk sahibi olalı, kendi çocukluğuma, içimdeki çocuğa döndüğüm gibi;
eşimin içindeki çocuğa da dikkat ediyorum. Onu canlı tutmak istiyorum,
küstürmek istemiyorum. Yanımda olduğu için mutluyum. Benim olduğu için
minnettarım. Öylesine, aklıma gelen herşeyi süzmeden aktarabildiğim için, onun
yanında bir kuş kadar özgürüm.
Birbirimize kesinlikle daha çok zaman ayırmalıyız. Anne-baba olmanın
yanında eş olduğumuzu unutmadan.
Kız babasının eşi